Aslında hukuk ve okumak kelimesi yan yana gelip aynı cümle içerisinde kullanıldığı zaman insanların hafızalarında tamamen şöyle bir kurgu şekilleniyor; okunması zor, anlaması zor, muhtemelen ezberlenmesi gereken cilt cilt kitaplar… Bu belki de doğruluk payı büyük olan bir kurgu olabilir fakat bunu sadece minik bir soruyla alt edebiliriz. İşte o soru geliyor, hepsi mi?
Tabii ki hepsi değil, direkt olarak hukukla bir bağı olmayan ama hukuk ve edebiyatı aynı potada başarılı bir şekilde eriten, hem sizi sürükleyip içine alan hem de bakış açınıza ve yaklaşımınıza muhtemelen çok şey katabilecek birçok kitap mevcut.
Bu kitapları okuyarak hem genel kültürünüzü geliştirebilir hem de alanınızın çok da dışına çıkmadan edebi bir zevk alabilirsiniz.
- AĞIR CEZALIK ANILAR / ÖMER DEDEOĞLU
Avukatlık stajı sırasında, savcılık ve mahkemelerde belli aralıklarda çeşitli davalar izlenir. Staj yaptığım günlerdeki Asliye Ceza Yargıcı Necati Bey ilginç bir insandı. Duruşmalar sırasında sanıklara, tanıklara arada sırada davaları izleyen avukatlara, ses sınırını zorlayarak bağırdığı olurdu. Bu nedenle avukatların bir kısmı, onun duruşmalarına girmeme kararı almıştı.
Yargıçlığın ilk yıllarında kızdığı avukatlar hakkında verdiği tutuklama kararları yüzünden Avukatlık Yasasında değişiklik yapılarak, duruşmalarda avukatların tutuklanmasının önlendiği söylenirdi. Eleştirilen bir başka özelliği ise, davaları kafasına göre yönlendirip, çoğu zaman en ağır cezayı vermesiydi. Sonunda adı, deli hâkime çıkmıştı.
(Kitabın İçinden)
- SEFİLLER / VICTOR HUGO
İhtiyaçları fazlalaşan insanlar, kaynakların sınırlarını zorlamaya itilir ve yollarına çıkan savunmasız birinden bile irkilir. İş ve ücretler, yiyecek ve barınma, cesaret ve iyi niyet; hepsi sahip olamadıkları şeylerdir. Işık gölgeye dönüşür ve karanlık yüreklerini doldurur. Bu karanlık, insanın içindeki zayıflığı ele geçirir ve onu utanç verici işlere zorlar. Artık hiçbir dehşet veya korku dışlanmaz. Ümitsizlik ve çaresizlikle hepsi kötülük ve suça yönelir… Hepsi sefilleşmiş, bozulmuş birer pislik gibi gözükür. Fakat o denli alçalmış kişilerin de daha fazla alçalamayacağı bir çizgi vardır ve bu dönüm noktasında, dış dünya adeta yutar bu zavallı, talihsiz, kimliksiz insanları… Onlar Sefiller’dir; toplumdan dışlananlar…
“Bana Sefiller kitabının tüm halklar için yazılmış olduğunu söylerken haklısınız. Sosyal sorunlar sınırları aşıyor. İnsan soyunun yaraları, yeryüzünü kaplayan o geniş yaralar, haritalardaki o mavi ya da kırmızı çizgilerde durmuyor hiç. İnsanoğlunun bilgisizlik ve umutsuzluk içinde bulunduğu, çocuğun kendisini eğitecek bir kitap ve ısıtacak bir ocak bulamadığı için acı çektiği her yerde Sefiller kapıyı çalar ve şöyle der: ‘Sizin için geliyorum! Açın kapıyı bana!’ Uygarlığın, içinde yaşadığımız şu alabildiğine karanlık saatinde, sefilin adı ‘insan’dır. O insan, bütün iklimlerde can çekişiyor ve bütün dillerde inliyor.
Elimden geleni yapıyorum. Evrensel acıyla acı çekiyor ve onu hafifletebilmek için çalışıyorum. Elimdeki güç, bir insanın çok zayıf gücü; öyle olduğu için de herkese haykırıyorum: Yardım edin bana!”
(Tanıtım Bülteninden)
- SUÇLAR VE CEZALAR HAKKINDA / CESARE BECCARİA
Suçlar ve Cezalar Hakkında kitabıyla ceza hukuku alanında bir çığır açan Beccaria şöyle diyor: “Bir cezanın, bir ya da birden çok kişi tarafından bir yurttaşa karşı uygulanan kaba bir güç, şiddet olmaması ve sayılmaması için, her şeyden önce kesinlikle herkese açık, çabuk, kaçınılmaz, belli koşullarda olabilir yaptırımların en ılımlısı ve en azı, suçların ağırlığıyla orantılı ve yasalar tarafından belirlenmiş bulunması zorunludur.”
Türk hukukçusu, Beccaria’nın Suçlar ve Cezalar Hakkında adlı anıt yapıtını her zaman kolayca ulaşabileceği bir yerde, hatta elinin altında bulundurmalıdır. Tıpkı bir sözlük gibi, bir ceza yasası gibi… Çünkü bu yapıt, ceza yasalarının bir ilkeler sözlüğüdür. Hem de vazgeçilmez bir sözlüğü… O açıdan, tarihin dışına düşmüş Türk hukukçusu onun içine girmeli, gerçekleri oradan görmeli ve uzun uzun düşünmelidir. Kim ki bunu yapar, ceza hukukuyla buluştuğunu değil, onu yeniden keşfettiğini görür.
(Tanıtım Bülteninden)
- SAVUNMA SALDIRIYOR / JACQUES VERGES
Kimsiniz? Neyi temsil ediyorsunuz? Nedir tarihsel olarak varlık nedeniniz? Bunlar yargıçların, savcıların ve sanıkların her davanın eşiğinde kendi kendilerine sormaları gereken sorular.
Savunma politikasında her zaman iki yöntem olmuştur: Varolan adalet mekanizmasını kabul eden uyum savunmaları (Dreyfus, Challe) ve yeni bir gerçekliği gözler önüne sermeyi hedefleyen kopuş savunmaları (Sokrates, Dimitrov). Birinciler kafalarını kurtarırken, ikinciler davalarını kazanmışlardır.
Davaların, mahkeme salonunun dört duvarı arasında kalmadığı, dünyanın gözleri ve kulakları önünde yer aldığı günümüzde, hem davasını kazanıp hem de kafasını kurtaranların sayısı artmaktadır. “Uygarlık”larının ve ellerinde tuttukları öldürme gücünün verdiği güvenle davranan tuzu kurular, “adaletlerinin” geçerliğinin kalmadığını, tek söz söyleme hakkının kendilerinde olmadığını anlamalıdırlar artık.
İlk kez 1988 yılında yayımlamıştık Savunma Saldırıyor’u. Bugün baktığımızda güncelliğinden ve öneminden hiçbir şey kaybetmediğini görüyoruz. Yeni okur kuşakları için tekrar yayımlıyoruz.
(Tanıtım Bülteninden)
- SUÇ: BİR CEZA AVUKATINDAN GERÇEK HİKÂYELER / FERDINAND VON SCHIRACH
Tanınmış, iyi kalpli bir doktor kırk yıllık karısını baltayla öldürüyor, cesedi parçalayıp polisi arıyor. İtirafı da cezası kadar sıra dışı. Bir adam banka soyuyor. Kulağa ne kadar garip gelse de, “haklı” sebepleri var. Genç bir kadın kardeşini öldürüyor. Sevgisinden…
İnanılmaz ama gerçek hikâyeler…
Ferdinand von Schirach bir savunma avukatı. Akıl almaz olan onun için sıradan bir durum. Schirach, yasalarla yolu kesişen suçsuzları savunduğu gibi, ağır suçluları da savunuyor. Ve işte burada, o insanların hikâyelerini anlatıyor.
Ferdinand von Schirach 1964 Münih doğumlu, 1994 yılından beri Berlin’de avukatlık yapıyor. Müvekkilleri arasında Politbüro üyesi ve Almanya Federal Haber Alma Servisi ajanı da var, büyük işadamları, ünlüler, sıradan insanlar, Türk göçmenler ve yeraltı dünyasının mensupları da… (Tanıtım Bülteninden)
- OLAY YARGIYA İNTİKAL ETMİŞTİR / BELMA AKÇURA
Yargı sistemimizin mağduru olmayan, adliyenin kapısından geçmeyen yok gibi… Cumhurbaşkanından başbakanına, siyasetçisinden bürokratına, gazetecisinden yazarına, sanatçısından öğrencisine, dindarından ateistine ve sokaktaki sade vatandaşına kadar on binlerce insan hemen her dönem “yasalar böyle” diyerek yargının karşısına çıkartıldı.
Adnan Menderes’ten Süleyman Demirel’e, Bülent Ecevit’ten Alparslan Türkeş’e, Necmettin Erbakan’dan Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan’a kadar, neredeyse bütün siyasilerin sicili bir kez olsun bozuldu. Buna rağmen hemen her iktidar döneminde birinin suçlusu, diğerinin mağduru oldu.
Birinin düşünce özgürlüğü, diğerinin düşünce suçu sayıldı.
Bir yanda, devletin “rejimi değiştirecekler, ülkeyi bölecekler, devleti yıkacaklar” korkusuyla işaret ettiği düşünceleri ve inançları savunan insanlara ağır hapis cezalarıyla davalar açıldı. Diğer yanda, devletin hukuk dışı işleriyle, işkence, faili meçhul, yargısız infaz ve katliamlarla kabarmış dava dosyaları bir bir kapatıldı.
Nasıl mı? Binlerce örnek verebiliriz.
Bu kitapta, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan günümüze kadar yargının verdiği pek çok siyasi ve hukuksuz kararı bulacaksınız.
(Tanıtım Bülteninden)
- HUKUK YA DA KUKLA TİYATROSU / CEMAL BALİ AKAL
Hukuk ya da Kukla Tiyatrosu. “Edebiyat ve Hukuk” yazıları, hukuk antropolojisi ve Spinoza düşüncesi üzerine eserler vermiş olan Cemal Bâli Akal’ın, “Burası Tanzanya mı, Karanfil”den (2011) sonra yayımlanan ikinci deneme kitabıdır. Yazar bu derlemede Sofokles, Euripides, Shakespeare, Cervantes, Swift, Sade, Büchner, Stendhal, Dostoyevski, Melville, Kafka, Conrad, Barrie, Musil, Camus, Faulkner, Koestler gibi devlerin eserlerinde dolanarak, edebiyatsız bir hukuk kavrayışının sadece fakir değil, bazı hukukçular bunu bilmese de, gerçekte olanaksız olduğunu gösterir. Fakat bunu edebi metinlerde hukuki terim avına çıkarak değil, “edebiyat ve hukuk” denince şartlı refleks haline gelmiş kabulleri sorgulayarak, asıl olanın hayatın kendisi olduğunu unutturan her türlü indirgemeciliğe şüpheyle yaklaşarak, yasa bekçilerinin bönlüğünün karşısında, kendi akıl sağlığımızı korumak için, en etkili yöntemin belki de ironi olacağını hatırlatarak yapar. Dahası, Akal’ın denemeleri, edebi metinler ile siyasi hukuk kuramı arasındaki ilişkiyi irdelerken şu çetin meseleye, “özgür irade mi, yoksa zorunluluk mu?” ikilemine gelir dayanır hep. Ve de kitaptan bize şöyle bir soru yöneltilir: Hukuk sisteminin soyutluğundan azade bir haklar mücadelesi verirken, “rçek bir karşı çıkış için, insanın önce kendisini kuşatan zorunlulukları mı kavraması gerekir acaba?”
(Tanıtım Bülteninden)